4 Haziran 2015 Perşembe

PIET MONDRIAN / KOMPOZİSYON 1921




PIET MONDRIAN / KOMPOZİSYON 1921




                     Başlarda Sembolist ve Kübist sanata ilgi duyan Hollandalı ressam Mondrian’ ın 1916- 1917 yıllarında geliştirdiği yeni plastisizm kuramı onu, Avrupa’ da soyut sanatın öncülerinden yapmıştır. Bu kurama göre, yalnızca temel renkler ve basit geometrik formlar arasındaki ilişkilerden yararlanılmaktadır. Sanat eğitimini Amsterdam Akademisi’ nde yapan Mondrian 1903 yılında teosofi adıyla anılan ve bireyle Tanrı ve melekler arasında doğrudan ilişki kurmayı öngören felsefi bir anlayış ile ilgilenmeye başlamış, bu düşünce eserlerine yansımıştır.
            Bu gelişim içinde, salt geometrik soyuta ulaşabilmek için dikdörtgenler üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Yeni plastisizm kuramının temelinde yatan teofist düşünceye göre amacı; yaşamın temelinde yer alan, ancak doğada tanımını bulamayan, denge ve uyumun evrensel ilkelerini göstermek ve bu bağlamda var olan doğal biçimleri, yatay ve dikey olarak değişmeyen öğelere, doğal renkleri ise temel renklere indirgemektir. Ancak bu sayede kullandığı öğeler, evrensel öğelere dönüşebilecektir. 




Kompozisyon 1921


Kompozisyon 1921 adlı eserinde Mondrian’ ın sanatsal yapısının ana unsurları olarak kompozisyonlar birbiriyle kesişen doksan derecelik düz çizgilerle oluşturulmuştur ve üç temel renk olan kırmızı, sarı ve mavinin farklı tonlarıyla birlikte siyah, beyaz ve gri kullanılmıştır. Mondrian’ ın felsefi gerekçelerine dayandırarak yaptığı bu resimde kompozisyon, kendisi içinde incelikli ve karmaşıktır. Mantık çerçevesine oturtulan bu eserde sanatçı, bilindik simetriden kaçınmış, biçimlerin ileri geri hareketlerini göstermek veya farklı bir boyut kazandırmak istememiş ve her bir alanın aynı düzlemde görünmesi için çaba harcamıştır.
Mondrian, insanoğlunun evrenin güçleri ile uyumlu bir şekilde yaşayabileceğini hayal etmiştir. Resimde bulunan her bir çizginin, her bir geometrik formun ve rengin; derin, sembolik anlamları vardır. Eser, tam bir kare şeklindeki tuval üzerine farklı boyutlardaki dikdörtgenler kullanılarak oluşturulmuştur.  Sanatçı kompozisyona netlik kazandırmak adına birbiriyle kesişen, siyah, düz çizgileriyle kalın çerçeveler yerleştirmiştir. Oldukça basit gibi görünen bu kompozisyonda simetri olmamasına rağmen ilginç bir tür denge yakalanmıştır. Bazı çizgileri tuval dışına atarak bazılarını tuvalin içerisinde bırakmıştır. Önceki kompozisyonlarına göre bu çalışmasında renkleri daha soluk bir biçimde kullanmayı tercih etmiştir ki bu da resmin tüm dinamizmine karşı dinginliğini de korumasında etkili olmuştur. Dikdörtgenlerin birbirinden farklı boyutlarına rağmen kompozisyonda odak tek bir yere doğru kaymamakta, resim yalnızca bütün haliyle algılanabilmektedir. Derinlik hissi yaratmadan olabildiğince çok yoğunluğa ulaşan Mondrian’ ın yaşamdaki denge bu uyumu evrensel bir dille oldukça başarılı bir şekilde aktartığı görülmektedir.
Mondrian insanlığa hizmet etmenin yolunun ancak onları aydınlatmaktan geçeceğini düşündüğü için felsefi kuramını eserlerine yansıtabilmek adına ciddi uğraşlar vermiştir.  Eserindeki bu karmaşık yapının ilk bakışta oldukça basit görünmesinden de anlaşılıyor ki sanatçı, eserine yansıttığı bu dil sayesinde evrendeki herkesin anlayabileceği bir tarz oluşturmuştur. Bu dik ve yatay çizgiler yaşamda var olan ve birbirlerine zıt bir şekilde duran, aslında bütün insanlığın bildiği gerçekleri, temel kavramları sembolize etmektedir, yani; kadını erkeği, geceyi gündüzü, yaşamı ölümü, ruh ile maddeyi…
Kimi zaman insanlara gerçeği göstermek için dolaylı yollar yerine doğrudan, en basit haliyle bazı şeyleri anlatmak çok daha etkilidir. Mondrian’ ın yapmaya çalıştığı şey de tam olarak budur aslında. Birçoğumuz gördüğümüz renkleri bile farklı yorumlayıp birbirimizden ayrılırken, bu konuda tartışmalara girerken Mondrian, bu renkleri de her birimizin aynı şekilde yorumlayacağı ve ortak bir paydada buluşacağımız temel renklere indirgemiş ve bizleri yeniden bu bağlamda bir araya getirmiştir. Ve yine karmaşık formların olmayışı da her birimizin aynı şeyi algılamasına olanak vermektedir.
Birbirinden siyah çizgiler veya çerçeveler ile ayrılan dikdörtgenlere dikkat ettiğimizde, aslında bunların birbirlerine aynı zamanda ne kadar da yakın durduklarını, hatta birbirlerine bağlı oldukları ve birbirleriyle bütünleşerek daha büyük bir dikdörtgen oluşturduklarını fark edebiliyoruz. Bütün bu çizgiler, çerçeveler, dikdörtgenler, renkler; tıpkı hayat ve ölüm kadar gerçek, gece ve gündüz kadar net; kadın ve erkek kadar ayrı, ruh ve madde kadar gizemlidir…
Ne var ki bunlardan birinin olmaması diğerinin de anlamını yitirmesi demektir… Yaşam; yalnızca bütün haliyle algılanmalıdır, tıpkı Mondrian’ ın Kompozisyon 1921 adlı eserindeki gibi…



Gül Oğuz