6 Ocak 2016 Çarşamba

NERİMAN POLAT VE BEDEN ÜZERİNDEN GÜNCEL SANAT





NERİMAN POLAT VE BEDEN ÜZERİNDEN GÜNCEL SANAT

            Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’ nden mezun olan ve 1995’ ten beri çalışmalarını video, enstalasyon ve fotoğraf ile oluşturan sanatçı 1996 yılından beri güncel sanat sergilerine katılmaktadır.
            Türkiye’ de ve özellikle de içinde yaşadığı şehirde – İstanbul – bir sanatçı olarak batılılaşma problemi ile birlikte gelen demokrasi, kutuplu düşünceler, ayrımcılık, globalizm, tüketim toplumu, stereotipler ( kalıp yargılar ), kimlik, benzerlik ve ölüm gibi konuları irdelerken geçirdiğimiz bu değişim dönemlerinde; politik, sosyal, ekonomik açıdan da etkilenen sanatçı tanımları ve stratejileri, kolektif çalışmalar ile de ilgilenir. Sonraki çalışmalarındaysa şehirdeki değişimlerin insanlar üzerinde bıraktığı izler, göç sorunu, gelenek ve modern arasında seyreden yaşam, ataerkil sistem ve bunun mimariyle sokaklara somut olarak yansımaları, sosyal adaletsizlik, toplumsal cinsiyet, kadına yapılan şiddet ve kadının kendisine yaptığı şiddeti görürüz.
            Toplumun başında olan iktidar kendi varlığını devam ettirebilmek için toplumu “ beden ” olarak görmüş ve her zaman bedeni kontrol altında tutmayı hedeflemiştir. Bunun ilk örneklerini 17. Yüzyıl Batısında; devlet, kilise gibi iktidarların acımasızca bedene şiddet uygulaması olarak görürüz. 18. Yüzyıl sonlarına doğru ise “ bedeni kontrol altında tutmak ” düşüncesi kendisini daha yumuşamış bir şekilde göstermeye başlamıştır. Toplumsal, politik, teknolojik gelişmelerle ortaya çıkan modernizm bireyin düşünce sistematiğini de etkileyerek yeni algılar ve değerler yaratmıştır. Böylelikle iktidar, bedeni kontrol altında tutmak için işkence etmek yerine daha “ modern ” bir yol izleyerek hapishane, tımarhane, ordu, okul gibi kurumlar oluşturulmuş; yalnızca bedeni değil, düşünceleri de kontrol altına alarak kendisini meşrulaştırmıştır. Günümüzde ise sürekli tüketimi arzulayan kapitalizm disiplin altına alınmış bedenler yerine tüketen bedenleri arzulamaktadır. Bu doğrultuda da gümümüz modernizmine uygun olarak, “ demokrasi ” adı altında, bireylere kendi kendilerine sınır koymaları yoluyla ( irade ) kontrol sağlanmaktadır. Artık iktidar gözler önünde değil; bedenin içindedir.
            Neriman Polat’ ın 1996’ da yaptığı “ İsimsiz ” , “Durum Duvarı” ( 1997 ), “ Kızkardeşler ”     ( 1998 ) çalışmalarında “ oluşmakta olan ”çocuklara bir iktidar sahibi  ( sanatçı ) tarafından komut verilerek fotoğrafları çekilmiştir. Bu komutlar karşısında çocuklarının ifadelerine yansıyan tedirginlik ve şüphe, gerçek boyutlardaki bir portreye göre bastırılıp sergilenen fotoğraflarla izleyiciye göz göze gelme şansını sunar. İsimsiz’ de kız çocuğu bir çeşit ayna karşısındaymış gibi kendisine endişeyle bakarken, Durum Duvarı’ nda 9 - 14 yaş grubundaki karma çocuklar tıpkı bir suçlu gibi fotoğraflanmıştır.  Kızkardeşler’ de ise kadınların dünyasına ilişkin benzerlik ve farklılıklar “ kardeşlik ”ilişkisi üzerinden seyirciyi düşünmeye iter. Bir iktidarın verdiği komutlar karşısında hissettikleri tekinsizlik duygusuna rağmen çocukların kendi iradeleri ile orada duruyor olmaları da iktidarın gizli gücüne işaret etmektedir.

                                            
                                                          İsimsiz, 1996                                                            Durum Duvarı, 1997






Kızkardeşler, 1998


            Şapkasız (2009) çalışması sanatçının atölye hocası da olan Adnan Çoker’ in 2007 yılındaki kişisel sergisinin açılışında özellikle şapkalı kadınları görmek istediğini açıklaması üzerine ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet ideolojisine olan bakış açısını kadın bedeni üzerinden yorumlamasıyla bir tarafı ötekileştiren Çoker’ in sergisine Neriman Polat, Canan Şenol ve İnci Furni türban takarak gitmişler ve resimlerinin önünde fotoğraf çektirmişlerdir.


Şapkasız, 2009


            Sanatçının Depo’ da ki son kişisel sergisi olan “ Ev Nöbeti ” ise ismini aynı isimli çalışmasından alır. Sergi mekânını bir ev gibi tasarlayarak seyirciyi evin odalarında geziyormuşçasına içine çekerken girişte bulunan ve hem bir mezar taşını hem de apartman adını çağrıştıran “ Ev Nöbeti ” yazılı olan çalışmasıyla daha henüz evin içerisine girmeden izleyiciye huzursuzluk duyacağını tıpkı bir tabela gibi asarak belirtir. Nitekim Polat’ da kendi gerçekçiliğinin bir “tabela” gibi net ve öz olduğundan bahseder. Ev Nöbeti sergisindeki çalışmalarında kadınların varoluş mücadelesini, yaşadıkları baskıları, çelişkileri, yaşamı, ölümü sorgularken olaylara bu kez içeriden, evin içerisinden, ailenin kutsal alanından bakarak yaklaşır ve bu kavramların çıkmazlarına değinir.


Ev Nöbeti

            Mezar / Ev ’ de fotoğrafını çektiği bir evle mezarın benzerliğine ironik bir dille dikkat çeker. Her ikisi de beden için tasarlanmış korunaklı alanlardır ancak birisi yaşayan diğeri ölü bedenler içindir.


Ev / Mezar, 2013

            “Adım” isimli çalışmasında ise küçük kız çocuğu ailesinden ayrılarak farklı bir yöne doğru ilerlerken kadının yaşamdaki mücadelesinin çok küçük yaşlardan itibaren başladığının altı çizilir. Küçük kız ailesinden uzaklaştıkça güvensiz olacağı bir ortama mı gidecektir belli değilken, ailesinden fazla uzaklaşamayacağını da ailenin “ rahat ” denebilecek tavırlarından anlarız.



Adım, 2013

            Kadın Azraillerin kullanıldığı “ Azrail ” serisinde ise bu figürü bir çeşit “vicdan nöbetçisi” olarak aktarır. Dışarıdan dolaşarak içeriye gelen bu kahraman ilahi adalet dağıtarak kadınların mücadelesine destek verir. Azrail’ in kadınlardan oluşması ise bu zorlu mücadelede kadının kendisinden ve hemcinsinden başka güç alabileceği kimsenin olmayışına göndermede bulunur.
 

                                                   
                                       Yolda, 2013                                                                                    Azrail 4, 2013

            “Kesmek Üzerine” isimli kolaj çalışmasında ise üç bölümden oluşan ışıklı kutuları kullanan Polat, kadının ev içindeki rolleri yüzünden geçirdiği cinnet anlarına odaklanır. Kendi bedenini işin içine dahil ederek de aynı sıkıntıları yaşadığını aktarırken tüm bu sıkıntılar bir penisin kesilmesi ile sonlanır.
  



           

Kesmek Üzerine 1, 2009                                                                     Kesmek Üzerine 3, 2009

Aynı şekilde “ Yatak ” isimli fotoğraf çalışmasında da yastıklara yapılan ufak müdahalelerle ev içi şiddetin cinsellik boyutuna inerek şiddetin çok daha derinlerde yattığına işaret eder. Öyle ki kutsal kabul edilen evin en mahrem yeri olan yatak odasına hiç kimse müdahale edemezken sanatçı yastıklara yaptığı küçük müdahaleler ile izleyiciyi “ erkek iktidar ” hakkında düşünmeye çağırır.



Yatak, 2013

            Yine bu bağlamda yapmış olduğu “ Özel Güvenlik ” isimli çalışmasında da kadın bedenini kullanarak kadının bir başkasına ihtiyaç duymadan kendisini koruyabileceğinden bahseder. Bu güvenlik görevlisinin hem cansız bir beden gibi kaygısızca yatıyor olması hem de en küçük tehlikede anında harekete geçecek kadar hazır bulunması kadınların gördükleri şiddet karşısında ne çeşit bir tedirginlik yaşadıklarını ironik bir dille anlatırken tabancanın erkek cinsel organına benzetilen şekilde konumlandırılmış olması; kadının erkek şiddetine karşılık yine “erkeksi” bir yöntemle kendini savunmasını tasvir eder. Kadının yüzünün görünmeyişi bu sorunun evrenselliğine dikkat çeker.


Özel Güvenlik

            “Kemer” fotoğrafında ise erkekle bütünleşen bir sembol haline gelen kemer bir kadının boynuna dolanmıştır ve onu tasma vari bir görüntü katarak erkeğin uyguladığı şiddete göndermede bulunurken tüm tehditkâr tavırların kadını boğuyor olduğuna göndermede bulunurken “Eşik” isimli video çalışmasıyla kadınlara bir çıkış kapısı sunan Polat, kadınların kendi içlerinde var olan ancak bastırdıkları güçlerini açığa çıkarmaları gerektiğine işaret eder. Video da 80x50 cm ebatlarında üretilmiş olan özel yapım bir sırt çantasını sırtlarına takıp kararlı adımlarla ve kapıyı çarparak adeta nöbet tutar gibi durdukları evleri terk eden 6 kadın görülmektedir. Çantanın normal boyutları aşkın ebatıyla kadınların üzerine yüklenen sıkıntıların çokluğuna ve bunların oluşturduğu ağırlığa göndermede bulunan Neriman Polat, kadının sırtındaki yükün ağırlığına rağmen bütün bu sıkıntıları ve cesaretini sırtlayarak özgürlüğe doğru bir adım atması gerektiğini söylemektedir. Ancak bu sayede kadın kendisini var edebilecektir.
      
                      

                                                           Kemer, 2013                                                            Sırt Çantası, 80x50, 2013





Eşik, video, 2013


            Şiddetin kim tarafından uygulandığının belli olmadığı çalışmalarında sanatçının ifade etmek istediği şey aslında bu konunun evrenselliği iken kadın bedeninin var olasına karşılık yüzlerinin görünmüyor oluşu da aynı şekilde bilinçli bir şekilde uygulanmıştır. Dikkat ettiğimiz zaman bir tek Neriman Polat’ ın kimliği belirgindir ki bu da sanatçının aynı problemlerin içinde kendisinin de bulunduğunu söyleme şeklidir.

4 Haziran 2015 Perşembe

PIET MONDRIAN / KOMPOZİSYON 1921




PIET MONDRIAN / KOMPOZİSYON 1921




                     Başlarda Sembolist ve Kübist sanata ilgi duyan Hollandalı ressam Mondrian’ ın 1916- 1917 yıllarında geliştirdiği yeni plastisizm kuramı onu, Avrupa’ da soyut sanatın öncülerinden yapmıştır. Bu kurama göre, yalnızca temel renkler ve basit geometrik formlar arasındaki ilişkilerden yararlanılmaktadır. Sanat eğitimini Amsterdam Akademisi’ nde yapan Mondrian 1903 yılında teosofi adıyla anılan ve bireyle Tanrı ve melekler arasında doğrudan ilişki kurmayı öngören felsefi bir anlayış ile ilgilenmeye başlamış, bu düşünce eserlerine yansımıştır.
            Bu gelişim içinde, salt geometrik soyuta ulaşabilmek için dikdörtgenler üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Yeni plastisizm kuramının temelinde yatan teofist düşünceye göre amacı; yaşamın temelinde yer alan, ancak doğada tanımını bulamayan, denge ve uyumun evrensel ilkelerini göstermek ve bu bağlamda var olan doğal biçimleri, yatay ve dikey olarak değişmeyen öğelere, doğal renkleri ise temel renklere indirgemektir. Ancak bu sayede kullandığı öğeler, evrensel öğelere dönüşebilecektir. 




Kompozisyon 1921


Kompozisyon 1921 adlı eserinde Mondrian’ ın sanatsal yapısının ana unsurları olarak kompozisyonlar birbiriyle kesişen doksan derecelik düz çizgilerle oluşturulmuştur ve üç temel renk olan kırmızı, sarı ve mavinin farklı tonlarıyla birlikte siyah, beyaz ve gri kullanılmıştır. Mondrian’ ın felsefi gerekçelerine dayandırarak yaptığı bu resimde kompozisyon, kendisi içinde incelikli ve karmaşıktır. Mantık çerçevesine oturtulan bu eserde sanatçı, bilindik simetriden kaçınmış, biçimlerin ileri geri hareketlerini göstermek veya farklı bir boyut kazandırmak istememiş ve her bir alanın aynı düzlemde görünmesi için çaba harcamıştır.
Mondrian, insanoğlunun evrenin güçleri ile uyumlu bir şekilde yaşayabileceğini hayal etmiştir. Resimde bulunan her bir çizginin, her bir geometrik formun ve rengin; derin, sembolik anlamları vardır. Eser, tam bir kare şeklindeki tuval üzerine farklı boyutlardaki dikdörtgenler kullanılarak oluşturulmuştur.  Sanatçı kompozisyona netlik kazandırmak adına birbiriyle kesişen, siyah, düz çizgileriyle kalın çerçeveler yerleştirmiştir. Oldukça basit gibi görünen bu kompozisyonda simetri olmamasına rağmen ilginç bir tür denge yakalanmıştır. Bazı çizgileri tuval dışına atarak bazılarını tuvalin içerisinde bırakmıştır. Önceki kompozisyonlarına göre bu çalışmasında renkleri daha soluk bir biçimde kullanmayı tercih etmiştir ki bu da resmin tüm dinamizmine karşı dinginliğini de korumasında etkili olmuştur. Dikdörtgenlerin birbirinden farklı boyutlarına rağmen kompozisyonda odak tek bir yere doğru kaymamakta, resim yalnızca bütün haliyle algılanabilmektedir. Derinlik hissi yaratmadan olabildiğince çok yoğunluğa ulaşan Mondrian’ ın yaşamdaki denge bu uyumu evrensel bir dille oldukça başarılı bir şekilde aktartığı görülmektedir.
Mondrian insanlığa hizmet etmenin yolunun ancak onları aydınlatmaktan geçeceğini düşündüğü için felsefi kuramını eserlerine yansıtabilmek adına ciddi uğraşlar vermiştir.  Eserindeki bu karmaşık yapının ilk bakışta oldukça basit görünmesinden de anlaşılıyor ki sanatçı, eserine yansıttığı bu dil sayesinde evrendeki herkesin anlayabileceği bir tarz oluşturmuştur. Bu dik ve yatay çizgiler yaşamda var olan ve birbirlerine zıt bir şekilde duran, aslında bütün insanlığın bildiği gerçekleri, temel kavramları sembolize etmektedir, yani; kadını erkeği, geceyi gündüzü, yaşamı ölümü, ruh ile maddeyi…
Kimi zaman insanlara gerçeği göstermek için dolaylı yollar yerine doğrudan, en basit haliyle bazı şeyleri anlatmak çok daha etkilidir. Mondrian’ ın yapmaya çalıştığı şey de tam olarak budur aslında. Birçoğumuz gördüğümüz renkleri bile farklı yorumlayıp birbirimizden ayrılırken, bu konuda tartışmalara girerken Mondrian, bu renkleri de her birimizin aynı şekilde yorumlayacağı ve ortak bir paydada buluşacağımız temel renklere indirgemiş ve bizleri yeniden bu bağlamda bir araya getirmiştir. Ve yine karmaşık formların olmayışı da her birimizin aynı şeyi algılamasına olanak vermektedir.
Birbirinden siyah çizgiler veya çerçeveler ile ayrılan dikdörtgenlere dikkat ettiğimizde, aslında bunların birbirlerine aynı zamanda ne kadar da yakın durduklarını, hatta birbirlerine bağlı oldukları ve birbirleriyle bütünleşerek daha büyük bir dikdörtgen oluşturduklarını fark edebiliyoruz. Bütün bu çizgiler, çerçeveler, dikdörtgenler, renkler; tıpkı hayat ve ölüm kadar gerçek, gece ve gündüz kadar net; kadın ve erkek kadar ayrı, ruh ve madde kadar gizemlidir…
Ne var ki bunlardan birinin olmaması diğerinin de anlamını yitirmesi demektir… Yaşam; yalnızca bütün haliyle algılanmalıdır, tıpkı Mondrian’ ın Kompozisyon 1921 adlı eserindeki gibi…



Gül Oğuz

8 Ocak 2015 Perşembe

Kadın Cinayetleri

KADIN CİNAYETLERİ
Ataerki, kadın çıkarlarının erkek çıkarlarına tabi kılındığı güç ilişkileridir. Bu güç ilişkileri, iş bölümü ve üremenin toplumsal örgütlenmesinden başlayıp yaşadığımız dişilik normlarının içselleştirilmesine kadar birçok farklı biçimde görülür. Ataerkil güç, biyolojik cinsel farklılıklara atfedilen sosyal farklılıklar üzerine yaslanır. Aristoteles ( M.Ö. 4yy ) kadınların belli bazı niteliklerden yoksunlukları dolayısıyla kadın olduklarının altını çizmiştir. Eski dönemlerden beri kadının sosyal yaşamda yeri koca, baba, din adamı, yasa gibi erkek egemen otorite temsilcileri tarafından sınırlandırılıp denetlenir.
Üstümüze üstümüze gelen bu gibi sorunlar neredeyse bütün kadınlarda bir köşeye sıkışmışlık hissi yaratıyor. Erkeklerin tekelinde olan şiddet, erkek şiddeti, öncelikle ailede meşrulaştırılır. Bu yüzden kadınlar sadece ev işi şiddete, en azından yakın akrabaların bilgisi ve sessiz onayı ile yıllarca sistematik olarak uğruyor, hatta öldürülüyor.
Ama kadına yönelik erkek şiddeti, sadece evde, ailede değil, yaşamın her alanında, çeşitli şekillerde karşımıza çıkıyor. Bazen tecavüz, bazen nefret, bazen tartışma, bazen kıskançlıkla, bazen….
Kadın Cinayetleri Defteri’ nin içinde 2008-2014 yılları arasındaki bazı örneklerden sadece resmi kayıtlara geçmiş olan isimler mevcuttur.

Gül OĞUZ