PIET MONDRIAN / KOMPOZİSYON 1921
Başlarda Sembolist ve Kübist sanata ilgi duyan
Hollandalı ressam Mondrian’ ın 1916- 1917 yıllarında geliştirdiği yeni
plastisizm kuramı onu, Avrupa’ da soyut sanatın öncülerinden yapmıştır. Bu
kurama göre, yalnızca temel renkler ve basit geometrik formlar arasındaki
ilişkilerden yararlanılmaktadır. Sanat eğitimini Amsterdam Akademisi’ nde yapan
Mondrian 1903 yılında teosofi adıyla anılan ve bireyle Tanrı ve melekler
arasında doğrudan ilişki kurmayı öngören felsefi bir anlayış ile ilgilenmeye
başlamış, bu düşünce eserlerine yansımıştır.
Bu
gelişim içinde, salt geometrik soyuta ulaşabilmek için dikdörtgenler üzerinde
yoğunlaşmaya başlamıştır. Yeni plastisizm kuramının temelinde yatan teofist
düşünceye göre amacı; yaşamın temelinde yer alan, ancak doğada tanımını
bulamayan, denge ve uyumun evrensel ilkelerini göstermek ve bu bağlamda var
olan doğal biçimleri, yatay ve dikey olarak değişmeyen öğelere, doğal renkleri
ise temel renklere indirgemektir. Ancak bu sayede kullandığı öğeler, evrensel
öğelere dönüşebilecektir.
Kompozisyon 1921
Kompozisyon 1921 adlı eserinde Mondrian’ ın
sanatsal yapısının ana unsurları olarak kompozisyonlar birbiriyle kesişen
doksan derecelik düz çizgilerle oluşturulmuştur ve üç temel renk olan kırmızı,
sarı ve mavinin farklı tonlarıyla birlikte siyah, beyaz ve gri kullanılmıştır.
Mondrian’ ın felsefi gerekçelerine dayandırarak yaptığı bu resimde kompozisyon,
kendisi içinde incelikli ve karmaşıktır. Mantık çerçevesine oturtulan bu eserde
sanatçı, bilindik simetriden kaçınmış, biçimlerin ileri geri hareketlerini
göstermek veya farklı bir boyut kazandırmak istememiş ve her bir alanın aynı
düzlemde görünmesi için çaba harcamıştır.
Mondrian,
insanoğlunun evrenin güçleri ile uyumlu bir şekilde yaşayabileceğini hayal
etmiştir. Resimde bulunan her bir çizginin, her bir geometrik formun ve rengin;
derin, sembolik anlamları vardır. Eser, tam bir kare şeklindeki tuval üzerine
farklı boyutlardaki dikdörtgenler kullanılarak oluşturulmuştur. Sanatçı kompozisyona netlik kazandırmak adına
birbiriyle kesişen, siyah, düz çizgileriyle kalın çerçeveler yerleştirmiştir.
Oldukça basit gibi görünen bu kompozisyonda simetri olmamasına rağmen ilginç
bir tür denge yakalanmıştır. Bazı çizgileri tuval dışına atarak bazılarını
tuvalin içerisinde bırakmıştır. Önceki
kompozisyonlarına göre bu çalışmasında renkleri daha soluk bir biçimde
kullanmayı tercih etmiştir ki bu da resmin tüm dinamizmine karşı dinginliğini
de korumasında etkili olmuştur. Dikdörtgenlerin birbirinden farklı boyutlarına
rağmen kompozisyonda odak tek bir yere doğru kaymamakta, resim yalnızca bütün
haliyle algılanabilmektedir. Derinlik hissi yaratmadan olabildiğince çok yoğunluğa
ulaşan Mondrian’ ın yaşamdaki denge bu uyumu evrensel bir dille oldukça
başarılı bir şekilde aktartığı görülmektedir.
Mondrian
insanlığa hizmet etmenin yolunun ancak onları aydınlatmaktan geçeceğini
düşündüğü için felsefi kuramını eserlerine yansıtabilmek adına ciddi uğraşlar
vermiştir. Eserindeki bu karmaşık
yapının ilk bakışta oldukça basit görünmesinden de anlaşılıyor ki sanatçı,
eserine yansıttığı bu dil sayesinde evrendeki herkesin anlayabileceği bir tarz
oluşturmuştur. Bu dik ve yatay çizgiler yaşamda var olan ve birbirlerine zıt
bir şekilde duran, aslında bütün insanlığın bildiği gerçekleri, temel
kavramları sembolize etmektedir, yani; kadını erkeği, geceyi gündüzü, yaşamı
ölümü, ruh ile maddeyi…
Kimi
zaman insanlara gerçeği göstermek için dolaylı yollar yerine doğrudan, en basit
haliyle bazı şeyleri anlatmak çok daha etkilidir. Mondrian’ ın yapmaya
çalıştığı şey de tam olarak budur aslında. Birçoğumuz gördüğümüz renkleri bile
farklı yorumlayıp birbirimizden ayrılırken, bu konuda tartışmalara girerken
Mondrian, bu renkleri de her birimizin aynı şekilde yorumlayacağı ve ortak bir
paydada buluşacağımız temel renklere indirgemiş ve bizleri yeniden bu bağlamda
bir araya getirmiştir. Ve yine karmaşık formların olmayışı da her birimizin
aynı şeyi algılamasına olanak vermektedir.
Birbirinden
siyah çizgiler veya çerçeveler ile ayrılan dikdörtgenlere dikkat ettiğimizde,
aslında bunların birbirlerine aynı zamanda ne kadar da yakın durduklarını,
hatta birbirlerine bağlı oldukları ve birbirleriyle bütünleşerek daha büyük bir
dikdörtgen oluşturduklarını fark edebiliyoruz. Bütün bu çizgiler, çerçeveler,
dikdörtgenler, renkler; tıpkı hayat ve ölüm kadar gerçek, gece ve gündüz kadar
net; kadın ve erkek kadar ayrı, ruh ve madde kadar gizemlidir…
Ne var
ki bunlardan birinin olmaması diğerinin de anlamını yitirmesi demektir… Yaşam;
yalnızca bütün haliyle algılanmalıdır, tıpkı Mondrian’ ın Kompozisyon 1921 adlı
eserindeki gibi…
Harika bir açıklama getirilmiş. Elinize sağlık Gül Oğuz.
YanıtlaSil